Giriş | Kayıt

  Ziyaretçi:19 Üye: 0 Toplam:19    Aktif Uye: 693     Son Üye  Hggf

 


Yazıçam Sohbet

Sadece Üye Girişi Yapmış Olanlar Sohbet Edebilir. Lütfen Giriş Yapın ? Üye Olun.

Tosya Hakkında
KENT REHBERİ

İLÇEMİZ HAKKINDA

Karşıyaka Mahallesi
KARŞIYAKA HAKKINDA

Kimler Bağlı
Üye Adı
Şifre

Üye Kayıt

Son Eklenen Videolar

TOSYA Karşıyaka Mahallesi tanıtım


RAHMETLİ HACI OSMAN ÖZİPEK


RAHMETLİ BABAM ÖMER KARAÇAM ANISINA



google Ads
Yılın Haberi
TOSYA SEYAHAT A AİT OTOBÜS KAZA YAPTI

Tüm Haberler

Forums populer

 Karşıyaka mahallesi Nasıl Kalkınır
 Karşıyaka mahallesi yeni muhtarini ariyor
 Tosya'da eğitim
 40 HADİS
 Kıssa
 Çanakkale Geçilmez!!!
 Karşıyaka mahallesi GENÇLİĞİ DİYORKİ

Forum Sayfası

Tosya l KARSIYAKA Mahallesi MUHARLIGI l: Forums

Yazicam.com :: Başlık Görüntüleniyor - HIZIR vlink=""
 SSSSSS   AramaArama   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

HIZIR

 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Yazicam.com Forum Ana Sayfası -> DİNİ ŞİİR,HİKAYE
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
kadir
Site Admin
Site Admin


Kayıt: Sep 20, 2006
Mesajlar: 176
Nerden: KASTANONU TOSYA

MesajTarih: 2007-03-23, 23:05:37    Mesaj konusu: HIZIR Alıntıyla Cevap Ver

Ramazan... Cuma günü... Cuma vakti... Cami... Cemaat tek tük camiye girmekte. İmam kürsüde... Girenlerin arasında... O... Hızır... Hızır a.s. da genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor bir köşeye oturuyor. Kürsüde imam sohbete başlıyor... Hızır'ın yanına kırklarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş dolmakta...

Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak. Hızır a.s. adamı dürtüklüyor:
- Uyuyacaksın, der. Adam:
- Uyumam, beni rahat bırak.

Hızır a.s. ses etmez, ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha dürtükleyerek:
- Uyuyacaksın dedim, der. Adam:
- Ben de sana uyumam, beni rahat bırak dedim. Rahat bırak beni. Rahat bırak yoksa, Hızır olduğunu söylerim. Buradan çıkamazsın. Bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz.

Hızır a.s. susar ve gözlerine kapar, boynunu büker Allah'a yönelerek:
- Ya Rabbim! Bu nasıl iştir. Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştirki bendeki listede bunun ismi yok.
Cevap gelir:
- Sana verilen listede beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden...

Allah sevdiklerinden etsin... Sevmek, seviyorum demek bir iddia. İş sevilenlerden olmak...
_________________
KADİR
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-posta'yı gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger
kadir
Site Admin
Site Admin


Kayıt: Sep 20, 2006
Mesajlar: 176
Nerden: KASTANONU TOSYA

MesajTarih: 2007-03-23, 23:11:51    Mesaj konusu: osman efendi Alıntıyla Cevap Ver

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.
İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.
Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer.
Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya baslar.
Başka doktorlar çağrılır... Osman Efendi Uşak'ın ileri
gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.
Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de
bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul'a götürmeye karar verirler. İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zurih'e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.
Sonuç:
Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini -evinde- geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır
ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür. "Beyim?" der, "Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın" Bir bakar, "Hah işte der. "Kıl dönmüş." Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.
Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması
geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

BU YAZIDAN ÇIKARTILACAK SONUÇLAR :

1. Vergiden turizme, sosyal güvenlikten adalet reformuna kadar Berber
Mehmet efendilerin fikirleri var, dinlemek gerek.
2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur.
3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.
_________________
KADİR
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-posta'yı gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger
kadir
Site Admin
Site Admin


Kayıt: Sep 20, 2006
Mesajlar: 176
Nerden: KASTANONU TOSYA

MesajTarih: 2007-03-24, 11:13:21    Mesaj konusu: Ana Duası Alıntıyla Cevap Ver

Musâ peygamber, Tûr Dağı’nda Allah u Tealâ ile konuşma şerefine erdikten sonra: “Yâ Rabbi, benim Cennet’teki komşularım kimlerdir, bazılarını bildirir misin?” diye bir istekte bulunmuştu.
Allah, Musâ peygambere: “Senin Cennet’teki komşularından biri, falan yerde yaşayan bir kasaptır. Görmek istersen, dükkânı falan yerdedir. Git, bir gece kendisine misafir ol,” buyurdu.
Musâ Peygamber, bu kasabın nasıl bir iyilik işleyerek kendine Cennet’te komşu olmayı hak ettiğini düşündü. Bu merakla, onun bulunduğu bölgeye doğru yola çıktı. Nihayet kasabı bularak: “Ey Allah’ın kulu, bu gece sana misafir olmak istiyorum, kabul eder misin?” dedi.
Kasap: “Hay hay! Tanrı misafirlerine, kapım daima açıktır, akşam olsun da eve birlikte gidelim, dedi.
Akşam olunca, kasap elindeki sepetin içini yiyeceklerle doldurdu. Birlikte evin yolunu tuttular. Eve gelince kasap:
– Bana müsaade buyurun, evvela şu salıncakta, değerli bir misafirim daha vardır. Onun hatırını sorup ihtiyaçlarını karşılayayım, sonra sizinle ilgilenirim, dedi. Odanın bir köşesinde asılı duran salıncaktan yaşlı bir kadın çıkardı. Altını temizledi, elbisesini değiştirdi. Adeta bir iskeletten ibaret kalmış ihtiyarın bütün hizmetini görüp, yemeğini yedirdikten sonra, tekrar yerine yatırdı. O sırada İhtiyar kadının anlaşılır anlaşılmaz bir şeyler söylendiği duyuldu. Kasap da bu sözlere “âmin” dedi.
Musâ peygamber sordu: “Bu kimdir ki, kendisine bu kadar özenle hizmet ediyorsun?”
Kasap: “Bu benim anamdır. Vaktiyle benim bütün zahmet ve sıkıntılarıma katlanmış vefakâr bir kadındır. Şimdi ben de kendisine evlâtlık görevimi yapmaya çalışmaktayım.”
– Peki, hizmetinin sonunda bir şeyler söyledi, sen de âmin, dedin; ne dedi ki?
– Annem, hizmetlerimden çok memnun kaldığı için, bana her gün, “Oğlum, Cennet’te Musâ Peygambere komşu olasın.” diye dua eder; ben de âmin derim. Bu olacak iş mi? Musâ Peygamber kim, ben kim? Ben onun yanına bile yaklaşabilir miyim hiç?
Bu esnada kendisini tanıtan Musâ Peygamber: “Müjdeler olsun sana,” dedi. “Ben Musâ Peygamber’im. Cennette senin bana komşu olacağını Allah haber verdiği için, komşumu görmek üzere buraya gelmiştim. Anana hizmetten sakın geri kalma,” diyerek oradan ayrıldı.
_________________
Annenin çocuğuna duası, Allah yanında en makbul dualardan biridir. Anasının hayır duasını alanlara ne mutlu!..
_________________
KADİR
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-posta'yı gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger
ömerkaraçam



Kayıt: Oct 12, 2006
Mesajlar: 8
Nerden: kastamonu tosya

MesajTarih: 2007-03-24, 13:57:48    Mesaj konusu: İçkinin dindeki yeri Alıntıyla Cevap Ver

İçkinin dindeki yeri nedir? İçki âyetlerinden ilk inen âyetin hükmü kalkmış mıdır? Hazret-i Ömer ve Hazret-i Halid bin Velid Müslüman olduktan sonra içki içmişler mi?”



İçki kötülüklerin anasıdır. Bunda şüphe yok. Adı, maddesi ve malzemesi ne olursa olsun, aklı gideren ve sarhoşluk veren her türlü içki dînimizde haramdır.

Yaşanan birer ihtiyaç üzerine inen Kur’ân ayetlerinin, insanların kıyamete kadar aynı veya yakın problemlerde alacakları tavır ve davranışları düzenlemeye esas birer nüzul sebebi vardır. Âyetlerin sebeplere dayalı olarak nâzil olmaları, Kur’ân’ın hayatın içini ve özünü kucakladığının en açık göstergesidir.

Hiç şüphesiz içkiyi haram kılan âyetler inmeden önce içki kullanılıyordu. Çünkü henüz haram kılınmış değildi. Çünkü o insanlarda içki bağımlılığı Müslüman olmazdan öncesine dayanıyordu. Cenâb-ı Hak ise, Müslümanların önceki davranışlarını affetmiş ve günahlarını bağışlamıştır.

Bununla beraber, içkiyi haram kılan âyet öncesinde Müslümanlar içkinin ne iğrenç bir şey olduğunu kendi aralarında konuşur dururlardı. Meselâ bu dönemde Hazret-i Ömer’in (ra) defalarca, “Yâ Rabbi! İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!” diye niyazda bulunması bunun ilk göze çarpan ibretli örneklerindendir. Cahiliye devrinden beri kullandıkları halde, içkinin kötülüğünü yeni fark ediyor oluşları, Müslüman olduktan sonra ruhlarının aydınlanmaya, kalplerinin kemâlât mertebelerinde yükselmeye başladığının göstergesiydi.

İçkinin kademe kademe haram kılınması, nehyin algılanması ve yerleşmesinde müessir olmuş; Müslümanlar o cahiliye devri alışkanlığını bir anda bırakmışlar ve Allah’ın emrine boyun eğmişlerdir.

Peygamber Efendimiz (asm) Medine’ye teşrif ettiklerinde Medine’de içki içiliyor ve kumar oynanıyordu. Medineliler Peygamber Efendimiz’e (asm) içkinin hükmünü sordular. Peygamber Efendimiz de (asm) henüz Cenâb-ı Hak’tan bir hüküm gelmediği için sükût buyurdu. O esnada Hazret-i Ömer tekrar, “Ya Rab! İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!” diye duâ etti.

Bir süre sonra Cenâb-ı Hak, içki hakkında, “Günahı faydasından büyüktür”1 âyetini nazil buyurarak içkinin haram kılınmasına zihinleri hazırladı. Nitekim bu âyetten sonra bir kısım Müslümanlar içkiyi bıraktılar.

İçki hakkında ilk inen âyet budur.

Görüldüğü gibi bu âyette içkinin günahının faydasından büyük olduğu beyan ediliyor. Burada bir hükümden çok, bir tesbit söz konusudur. Bu gün de böyle değil mi? İçkinin günahı faydasından çok değil mi? Dolayısıyla ilk âyet zaten içkiyi—hâşâ—meşrû saymıyordu ki, hükmü daha sonra kalkmış olsun.

Hazret-i Ömer ile Halid bin Velid (ra) içki haram kılındıktan sonra içki içmemişlerdir. Zaten Halid bin Velid’in (ra) Müslüman oluşu içkinin haram kılınmasından sonradır.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-posta'yı gönder
ömerkaraçam



Kayıt: Oct 12, 2006
Mesajlar: 8
Nerden: kastamonu tosya

MesajTarih: 2007-03-24, 14:01:38    Mesaj konusu: Kitaba önem vermenin fazileti nedir? Müslüman neden okumalıd Alıntıyla Cevap Ver

Kur’ân’ın her emri kâinatın nabzını tutan bir kudrete sahiptir. Hele o ilk emir... Bize âdeta yepyeni dünyaların anahtarlarını sunuyor, yepyeni hazinelerin kapılarını gösteriyor, yepyeni definelerin ambarlarına işaret ediyor: “Oku! Yaradan Rabb’inin adıyla oku. O Rabb’in ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabb’in sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretendir. O insana bilmediğini öğretendir.”1

“Oku!” emrine muhatap olan Peygamber Efendimiz (asm), mübarek vücudunu iliklerine kadar sıkan Cebrail Aleyhisselâm’a, “Ben okuma bilmem” demişti. Âdeta insanlığın resmini çizer gibi idi Büyük Peygamber (asm). Her yeni ilme ve irfana karşı bilgisiz olan insanoğlu, okudukça yeni dünyalar keşfedecek, kendisine ve âleme yeni ufuklar açacaktı. Okudukça kendisini ve Rabb’ini tanıyacak, Rabb’ine kul oluşun ayrıcalığını tadacaktı. Okudukça dünyasını ve âhiretini mamur edecek, hiçbir günü bir önceki günle eşit yaşamayacaktı. Okudukça kâinatın sırlarını çözecek; varlıkların hal diliyle Allah’ı göstermelerine şahitlik edecek ve kendisi de ibadet diliyle gösterecekti.

Evet, insan önce okumalıydı. Çünkü “cehûl” idi, cahil idi, yani her şeye karşı çok bilgisizdi. Okudukça bilgisizliğini kavrayacak, okudukça hiçliğinin farkına varacak, okudukça Allah’ın büyüklüğü karşısında eğilme ihtiyacı ve isteği ile dolup taşacak, okudukça Allah’ın ilmine, iradesine, kudretine ve Hâlıkiyet’ine teslim oluşun mutluluğunu ruhunun derinliklerinde duyacaktı.

Kur’ân’ın, indiği insanın her şeyden önce “aklını doğru kullanmasını” emrettiğini, ilk âyetiyle böylece öğrenmiş bulunuyoruz. Akıl sahibi insanı muhatap alan Yüce Mevlâ’nın, ilk âyetinde insana, “İnan!” ya da “Tasdik et!” veya “İman et!” yahut “İbadet et!” ya da “Kulluk yap!” gibi, aslında insanın yaratılış sebebi olan bir emirle hitap etmeyişi ve bizim çoğu zaman sıradan bir şey olarak gördüğümüz “okumayı” ön plâna alması, hiç şüphesiz okumakla ilgili yapmamız gereken çok şeyler olduğunun tescili hükmündedir.

Demek, okumak sıradan bir şey değildir! Okutmak da sıradan bir şey değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in (asm), “Ya öğrenen ol, ya öğreten ol, ya dinleyen ol, ya da onları sevenlerden ol; beşincisi olma. Helâk olursun” hadisi veya “En üstün sadaka, bir Müslümanın edindiği faydalı bilgiyi başkasına öğretmesidir”2 hadisi bu işin ehemmiyetini kulaklarımıza ve gönlümüze âdetâ çelikten harflerle perçinliyor.

O halde nasıl okuyalım? Nasıl bilgi sahibi olalım? Faydalı bilgilerimizi nasıl artıralım?

Hemen hepimiz birçok kere, birçok değerli kitabı elimize aldığımızda, içini karıştırdığımızda, sayfalarına göz attığımızda, satır aralarında kendimizi ilgilendiren çok şeyler buluyoruz ve “Bu kitabı mutlaka okuyayım!” diyoruz.

Fakat, öyle koşturmaca yaşıyoruz ki...! Neredeyse çoğu zaman yemekten de, ibadetten de oluyoruz! Durup dinlenmeden sürükleniyoruz. Nerede kaldı öyle bir kenara çekilip, saatlerce okumak! Buna çoğu zaman fırsat bulamıyoruz.

Oysa hayat ne kadar kısa! Ve bizim, bilgi ve irfan dünyamızı zenginleştiren kitaplardaki bilgileri edinmeye ne kadar ihtiyacımız var! Ve aslında maddî-manevî pek çok hastalıklarımızın, problemlerimizin, çıkmazlarımızın çözümü o altın satırlar arasında gizli. Bizim tarafımızdan keşfedilmeyi bekliyor.

Peki, öyleyse, nerede mutlaka okuyacağımız kitaplar? Elimizin altında mı? Hayır! İş yerimizde mi? Değil. Ne var ki, çok koşturduğumuzu söylüyoruz ama aslında yine okumaya iş yerimizde fırsat bulabildiğimizi bilmem hiç fark edebildik mi? İş aralarında, hiç hesapta olmadan, öyle okuma fırsatları doğabiliyor ki, eğer bunların yarısını bir kitabı okumakla değerlendirebilsek, emin olun, her gün sayfalarca kitabı devirmemiz işten bile olmayacak. Böylece iş yorgunluğumuzu atmamız ve yeni çalışma enerjisi kazanmamız da mümkün olacak. Hatta bu okumalar, yolunda gitmeyen tersliklere farklı açılardan yaklaşmamızı ve çözümü için daha makul yollar bulmamızı bile kolaylaştıracak.

Sahi... Söz buraya gelmişken, şöyle bir teklif yapmamızda ne sakınca var? İş yerimizde neden bir kütüphane kurmuyoruz? Bir o mu kaldı demeyin! Neden olmasın? Çok detaylı bir kütüphaneden bahsetmiyorum. Duvarın uygun bir köşesine iki raf ve üzerine çok ehemmiyet verdiğimiz kitaplardan bir demet. Hem biz faydalanalım, hem misafirlerimiz istifade etsin. Olmaz mı?

Unutmayalım, Müslüman, yitik mal arar gibi, bilgi ve hikmet aramayı sürdürmelidir. Müslüman bunun için okumalıdır. Bilgi ve hikmet arayışını sürdürmek için bir eğitim kurumuna devam ediyor olmak şüphesiz bir ayrıcalıktır. Fakat herkesin böyle bir şansı olmayabilir. Hayat, zahmetli disiplinlerle düzenlenmiş bir fıtrî eğitim kurumu değil mi? Ve biz; hepimiz, bu kurumun tabiî ve sürekli öğrencileri değil miyiz?

Öyleyse, imanımızla bağlı bulunduğumuz Mukaddes Kitabımızın ilk emrine dönelim ve mümkün mertebe okuyalım. Okumayı ekmek gibi, su gibi hem en tabiî ihtiyacımız olarak görmek, hem de mümkün mertebe kolaylaştırmak için, sürekli bulunduğumuz ve bir ömür verdiğimiz her yere bir kütüphane kurmamızın, midemiz için bir mutfak kurmak kadar, akıl ve kalp midemizi doyurmaya zemin hazırlayacağı açıktır.

Unutmayalım; Allah’ın adıyla okumak, Kur’ân’ın ilk âyetinde emrettiği bir ibadettir.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-posta'yı gönder
ömerkaraçam



Kayıt: Oct 12, 2006
Mesajlar: 8
Nerden: kastamonu tosya

MesajTarih: 2007-03-24, 14:05:15    Mesaj konusu: Kul hakkının affedilmesi Alıntıyla Cevap Ver

Bir adam bilerek kul hakkı yese, helâlleşmeden kendisine takva nasip olsa, hadislerin hepsini ezberlese, Kur’ân’ı ezberlese, her yıl hacca gitse; hakkını yediği kişiyle helâlleşmeden kul hakkı af olunur mu?”



Bu soruya hiçbir yorum yapmadan; şu hadisler ışığında düşünelim, ölçüp tartalım.

* Allah Resulü (asm) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü haklar sahibine eksiksiz ödenecektir. Boynuzlu koyunun boynuzsuz koyunu boynuzlamasının hakkı bile alınacaktır.”1

* Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “En hayırlınız, başkasının hakkını güzelce ödeyendir.”2

* Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Üç şey iman ahlâkındandır: 1- Öfkelendiğinde yanlış bir şey yapmayan, 2- Sevindiğinde haktan ayrılmayan, 3- Gücü yettiği halde hakkı olmayan şeyi zimmetine geçirmeyen.”3

* Peygamber Efendimiz (asm) ashab-ı kirama şöyle sordu:

“Müflis kimdir, biliyor musunuz?”

Ashab-ı Kiram (ra):

“Müflis, parasını malını kaybedendir” dediler. Allah Resulü (asm) şöyle buyurdu:

“Ümmetimden müflis, Kıyamet Gününde namazını kılmış, orucunu tutmuş, zekâtını vermiş (ve böylece Allah hakkını ödemiş) olarak gelir. Fakat amel defterinde: ‘Şuna sövdü’, ‘Buna zina iftirası yaptı’, ‘Şunun malını yedi’, ‘Bunun kanını döktü’, ‘Şunu dövdü’ diye yazılı bulunmaktadır. Hasenatının sevabından alınır, şuna verilir. İbadetlerinin sevabından alınır, buna verilir. Eğer üzerindeki kul hakkı ödenmeden önce sevapları tükenirse, alacaklıların günahlarından alınıp onun üzerine verilir. Böylece elinde sevabı kalmaz ve yüklendiği günahlar kendisini ateşe sürükler.”4

Dipnotlar:
1- Câmiü’s-Sağîr,3/3204
2- Câmiü’s-Sağîr, 1/1284
3- Câmiü’s-Sağîr, 2/1848
4- Riyâzü’s-Sâlihîn, 218
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-posta'yı gönder
kadir
Site Admin
Site Admin


Kayıt: Sep 20, 2006
Mesajlar: 176
Nerden: KASTANONU TOSYA

MesajTarih: 2007-04-02, 22:38:56    Mesaj konusu: HIZIR ALEYHİSSELÂM Alıntıyla Cevap Ver

Velî veyâ peygamberdir. Rûhu, darda kalana yardım eder.
HIZIR ALEYHİSSELÂM

İbrâhim aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarneyn aleyhisselâmın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü'l-Abbâs olduğu ve soyunun Nûh aleyhisselâmın Sam isimli oğluna dayandığı bildirilmiştir. Bâzıları da Hızır aleyhisselâmın İsrâiloğullarından olduğunu söylemiştir. Hızır lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil olmasından dolayıdır. Sahih-i Buhâri'de bildirilen bir hadis-i şerifte peygamber efendimiz; ''Hızır (aleyhisselâm), otsuz kuru bir yerde oturduğunda, o yer birdenbire yemyeşil olur, peşi sıra dalgalanırdı.'' buyurdu. Mûsâ aleyhisselâmla görüşüp yolculuk yaptı. Fakat vefâtından sonra rûhu insan şeklinde gözüküp, gariblere yardım etmektedir.

Hızır aleyhisselâm, Allahü teâlânın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve vefât etti. Ancak Allahü teâlâ onun rûhuna insan şeklinde görünmek ve kıyâmete kadar yardım isteyen Müslümanların imdâdına yetişmek, yardım etmek, konuşmak, ilim öğrenmek ve öğretmek özellikleri verdi. Bâzı âlimler ''nebi'' (peygamber), bâzı âlimler de''veli'' dir dediler. Hızır aleyhisselâmda, yaşayan insanlarda görülen hâller bulunduğu için yaşıyor zannedilmektedir.

Hızır aleyhisselâm, güzel ahlâk sahibi, cömert ve insanlara karşı çok şefkatliydi. Allahü teâlânın izni ile kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini bildirdi. Hak teâlânın bildirmesiyle ledünni ilme sâhipti. Hızır aleyhisselâm Mûsâ aleyhisselâm ile buluşması, görüşmesi ve yolculuk yapması Kur'ân-ı kerim'de Kehf sûresi 60 ve 80. âyetlerinde ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.

Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâm ile Tebük Harbindeyken ikindi namazını kıldıktan sonra iki beyit işittiler. Fakat şiiri söyleyeni göremediler. Resûlullah efendimiz; ''Bu iki beytin söyleyicisi kardeşim Hızır'dır. Sizi övüyor.'' buyurdu. Hızır aleyhisselâm bir çok zâtın tasavvufta yetişmesinde rehberlik etmiş, feyz vermiştir. Hızır aleyhisselâmın tasavvufta yetiştirdiği en meşhûr âlim ve velilerden biri Abdülhâlık Goncdüvâni hazretleridir.

Hızır aleyhisselâm, İlyâs aleyhisselâmla birlikte peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtında hâne-i saâdetlerine gelip Ehl-i beyt için sabır ve tavsiyesinde bulundu. Onların geldiklerini ve sabır tavsiye ettiklerini hazret-i Ebû Bekr, Ehl-i beyte bildirdi.

Kaynak: Peygamberler Tarihi, İhlas Yayınları
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-posta'yı gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger
kadir
Site Admin
Site Admin


Kayıt: Sep 20, 2006
Mesajlar: 176
Nerden: KASTANONU TOSYA

MesajTarih: 2007-04-02, 22:44:50    Mesaj konusu: çoban babanın kuzucukları Alıntıyla Cevap Ver

Çoban Baba’nın kuzucukları.. .
Erzurum’un Ruslar tarafından kuşatıldığı ve dadaşların aslanlar gibi çarpıştığı yıllar... Bir garip çoban, sürüsünü almış, otlata otlata dağa doğru çıkıyordu. Kendi kendisiyle söyleşe halleşe hayli yol almış, hayli de yorulmuştu.
Birden susadığını hissetti Çoban Baba!.. Gözünün önüne kara topraktan fışkırmış kol kol billur sular geldi. Fakat o yana baktı, bu yana baktı su bulamadı. Etrafta ne bir pınar, ne bir su birikintisi vardı.

Bir türlü su bulamıyordu
Çoban Baba, yürümeye, koyunları da kendisiyle birlikte gelmeye devam ediyordu, fakat aradığı suyu bir türlü bulamıyordu.
Çoban’ın susuzluğu gittikçe arttı. Ciğeri göz göz dağlandı. O arada baktı ki, oğlaklar, kuzular dilleri dışarıda meleşiyor. Koyunların başları önlerine düşmüş. Koçlar huysuz ve öfkeli. Gün akşama dönünceye kadar, bütün sürü su arıyor Köpekler ayaklarıyla yeri deşiyor, çoban o çalının dibinden ötekine koşuyor, ama nafile!
Çoban Baba sonunda yorgun ve takatsiz düştü... Mis gibi kokulu bir mersin kümesinin dibinde toprağa çöktü. Başını secdeye koydu:
“Rabbim” dedi: “Güzel Rabbim! Sürüm de ben de susuzluktan öleceğiz. Ben susuzluktan ölsem bir şey lazım gelmez, ama bu hayvancıkların meleşmeleri beni kahrediyor!.. Sen her şeye kadirsin Allahım...”
Çoban hem söylüyor, hem ağlıyordu. O kadar çok ağlıyordu ki, gözünün yaşı toprağı yıkıyordu. Başı hâlâ o toprakta secdedeydi. Birden dudaklarına bir serinlik geldi... Önce ne olduğunu anlayamadı. Başını kaldırdı ve hayretle gördü ki, yerden bir pınar fışkırmış, gürül gürül... Serin, tatlı, ışıl ışıl...

Duası kabul olmuştu...
Şimdi Çoban Baba daha çok ağlıyordu. Çünkü, Rabbi duasını kabul etmişti. Bu sevinçle, az evvelki adağını unutacak değildi ya. Çoban Baba’nın son sözleri şunlar oldu:
“Artık ölebilirim güzel Allah’ım!.. Artık ölebilirim... Değil mi ki sürüm susuzluktan kurtulacak, değil mi ki duamı hemen kabul ettin, artık bu can bana lâzım değil!..”
Çoban Baba oracıkta ruhunu teslim etti. Sürüdeki hayvanlar, gidenden, gelenden habersiz pınara baş uzatmış, kana kana içiyorlardı...

Kaynak: Meşhurların Son Sözleri, Vehbi Tülek, Türkiye Gazetesi26 Ağustos 2006 Cumartesi
_________________
KADİR
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-posta'yı gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger
kadir
Site Admin
Site Admin


Kayıt: Sep 20, 2006
Mesajlar: 176
Nerden: KASTANONU TOSYA

MesajTarih: 2007-04-02, 22:48:37    Mesaj konusu: Hızırı Görmek İstiyorum Alıntıyla Cevap Ver

Vaktiyle, saf-temiz bir adam, Hazreti Hızırı görmek derdine düşmüş. Ona birileri:
"- Filan çöle gideceksin filan istikamete doğru yürüyeceksin, işte oralarda bir yerlerde Hızır'ı görebilirsin, demiş.
O da inanmış, o çöle gitmiş ve o istikamete doğru yüürmeye başlamış. Gariban adam çölde epeyce yürümüş. Bir müddet sonra birisiyle karşılaşmış:
"- Selâmun aleyküm..."
"- Aleyküm selâm."
"- Hayırdır, yolculuk nereye kurban?" demiş karşılaştığı adam.
"- Ben Hızır'ı görmek istiyorum. bu çölde bu istikamete gidersem görebleceğimi söylediler.... Gidiyorum işte...."
"- Peki Hızır'ı görünce tanıyabilecek misin?..
Saf adam:
"- Vallahi, o hiç aklıma gelmedi demiş.
"- Üzülme... Ben sana tarif edeyim: Benim gibi kara kuru, seyrek sakallı bir adamdır.
"- Eyvallah kurban demişler ve birbirlerinin tersine yürümüşler.

Çok geçmeden aklı başına gelmiş, geri dönmüş ama, kara kuru seyrek sakallı Hızır (a.s.) sır olup gitmiş.

Adamcağız kulağını kaşımış ve...
"- Hay Allah, kaçırdık." demiş. Hızır'ı kaçırdığına pişman olmuş
_________________
KADİR
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-posta'yı gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger
Mesajları göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Yazicam.com Forum Ana Sayfası -> DİNİ ŞİİR,HİKAYE Tüm zamanlar GMT + 3 Saat
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız

google Ads



Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Anasayfa | Videolar | Forums | Resimler | Firma Rehberi | Özel Mesaj | Profiliniz | |

Türkiye Kastamonu Tosya Karşıyaka Mahallesinden. Son dakika  Haberleri  Forum Sohbet Firma Rehberi Karşıyaka mahallesi Resimleri Üye Resimleri video üye videoları Haberler  Özel Album  
TOSYA Karşıyaka Mahallesinin Dünyaya acılan Penceresi 
 
Soru Ve Site İle İlgili sorunlarınız için/ [email protected] Bize Yazın 

KADİR  KARAÇAM TELEFON:0 532 558 74 81


Abone olun Karşıyaka mahallesinden haberdar olun





Tema © Mavimsn